Hissiyâtımın anlık çığlıklarının yer alacağı bu sayfada, yazılanlarda kendini bulan ya da yazılanlara kendini yakın bulan herkese yer var...

20 Aralık 2012 Perşembe

Sensizliğin Yalnızlığı Sevgili

...

Ve dönüşüne Sevgili

Genişliğince kalbimi ve “hoş geldin”lerimi hazır ettim.

Bir gelişin eksik şimdi.

Gel de tamamla beni

Sevgili…


Tık

6 Aralık 2012 Perşembe

Hayat nimeti bir yük gibi sırtımda,

Bir bana mı ağır gelir yaşamak?

Adım atmak her bir kula kolay da,

Bir benim adımım mı ağır aksak?


Yokluklar değil bu belimi büken,

Varlığımdır içimde can çekişen.

İnsanla dolu mekanlar içinde

Bir ben miyim sonsuz boşluğa düşen?


Her düşüncem sanki birer yanılgı

Kendinden şüphesi var hecelerin

Sıraları kayıp, yolları çıkmaz,

Zihnimde gezinen düşüncelerin

...

30 Ekim 2012 Salı

İstenenle imtihan olunur diye,
İstemeyi haram ettim yüreğime.
Şimdi sonsuz bir beklemedeyim,
Neyi beklediğimi bilmesem de...

27 Ekim 2012 Cumartesi

Ne oldu büyüdük de?


Ağırlaştı ağırlıklar.
Kalpte daha çok kırık var.
Kusurlar kemik oldu,
Vicdanları susturdu.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Beyaz Kır Çiçeği (Kardelen Hayali)

Kardelen olamazsam, kır çiçeği olurum ben de! Cahillik karlarıyla kaplı dağlar, sahralar düşmediyse nasibime, cennet ülkemin rengini canlandıran bir kır çiçeği olurum ben de.

İkisi aynı şey değil, biliyorum, kıyaslanamaz bile.
Yeşil rengin bile bilinmediği bir yerde boy atıp filizlenen kardelene karşı, yemyeşil kırların narin ve kırılgan çiçeklerinin esamesi okunmaz.
Kardelen, deldiği dağın, ovanın, sahranın adını alıp kahramanı olurken, kır çiçeğinin türünün adı bile bilinmez.
Yeşilliğe doymuş kırların, sıradan bir rengidir kır çiçeği…
Kardelen, karları delip geçerken, kır çiçeği ilk yağmura teslim eder çiçeğini. Azıcık üşüyünce de kendisi karışır kayıplara.
Kardelenin rengini kardan alan bembeyaz çiçeği, toz toprak kokulu kır çiçeğinin rengini bastırır. Asilliğiyle göz doldurur.
Kır çiçeği hep bir dosta ihtiyaç duyarken, kardelen tek başına da olsa dimdik durur ve duyurur mesajını hakikate açık dimağlara.

Evet…Kardelenler böylesine erişilmez, kır çiçekleri de böylesine sıradandır. Kardelen olmak kimilerine nasip olur, kimi nasipsizlerin de sadece hayallerini süsler. Bu öylesine kör eden bir hayal ki; peşinde koşarken kır çiçeklerine gözlerini kapattırır insana. Zorları başarmak da yine böyle ulvi bir hayalden geçer. İnsanların yıllarını adayıp yapamadıklarını, siz adandığınız bu hayalin peşinde yaparsınız.
Hayalinize yaklaşma günü yaklaştıkça heyecanlanırsınız. Ama ilk defa bu demlerde “acaba nasip olmaz mı ki?” diye düşünmeye başlarsınız.
Belki herkes için olmaz ama gün gelir, korktuğunuz başınıza gelir. Elinizde olmayan, hatta sizinle doğrudan ilgisi bile olmayan bir sebep, hayallerinizi ellerinizi parçalarcasına söker alır elinizden. Hayalsiz, daha da kötüsü amaçsız kalıverirsiniz bir anda. İstediğiniz dışında bir çok güzellik düşer nasibinize..
“Kardelen olamazsın artık, ama menekşe ol, gül ol, lale ol, karanfil ol.” Derler. Kokusu, rengi, görüntüsü cazip olsa da bu çiçeklerin, kardelen sevdasının ateşi sönmez yüreğinizde. Menekşe de anlamsızdır, gül de, lale de kardelenin yanında. Adınız hangisi olursa olsun, ilk rüzgarda savrulursunuz başka diyarlara.

İşte ben de adı kardelen ol(a)mayan o çiçeklerden biriydim. Kokusu güzel, rengi güzel…Nazarlar üzerimde gezdikçe soldum. Görülmekten, bilinmekten yoruldum. Yok olmak isteyecek kadar…
Gün geldi, bulunduğum bahçe için yok oldum. Gölgeme saklanıp beklemeye durdum. Bağdan, bahçeden uzak, kurudum.
Sonra Rabbim lütfetti, bir bahçe buldum. Nasihatini dinledim, bir bahçeye düştü yolum. Yine dediler; “menekşe ol, gül ol, lale ol.”. “Hayır” dedim, “Kır çiçeği olmak istiyorum.”
“Madem kardelen değilim, ha varım ha yokum. Madem varlığım anlamsız böyle, ben de başkalarına anlam katayım. Tek başına görünmeyeyim, bilinmeyeyim. Ama başka güzellikleri renklendireyim, canlandırayım.
Beni bilmesin kimse, arasında bulunduğum çiçekler bilinsin sadece.

İzin verin bembeyaz bir kır çiçeği olayım…”

Tık

10 Eylül 2012 Pazartesi

Acılardan Geçerken...

Acılar insana hayata tutunma gücü verir çoğu zaman. İnadına daha çok gayret eder, daha çok dua eder insan. Ama bir yerlerde bir şeyleri yanlış yaptığında, büyü bozulur. İnadı kırılır, umudu dağılır. Kendine düşman kesilir. Gayretsizliğini, duasızlığını, umutsuzluğunu affetmez. Ama düzeltmek için eli de gönlü de güç yetiremez.

Kendisine uzatılan eller vardır elbet. Ama onlara sığ görünen denizin dibinin aslında ne kadar derin olduğunu bilmez onlar da. Denizin dibindeki elini vermiyor sanırlar, elinin yetişmediğini bilmeden. Olabildiğince gayretten sonra "Sen bilirsin" der, çeker giderler. Onca acıya bir kaçı daha eklenir. Derdini diyememek ve yalnız kalmak...

Yepyeni bir yönelişle Yaradan'ına yönelmeye vesiledir bu terkediliş. Ama değerlendirebilene... Değerlendiremeyince, ard arda sıralanır imtihanlar. İmtihanın daha ağırlarıdır kapıdakiler. Hizmet içinde olup yoklukla imtihan edilmeler bitmiştir artık. Yeni imtihanın adı "Varlık". Varlıkla da başedemez acı içinde yuvarlanan bu garip. Verilenlerin hepsinin birden elinden alınacağı büyük bir kaçış yaşar. Şimdiyse dönmek istese de yollar kapalı, varsa bile kapılar sürgülüdür artık.

Mutlu sonu yok bu hikayenin. Daha sonu gelmedi çünkü. Şimdiyse sadece yollar var önünde. Kapalı yollar... Aşılsa bile çilesi bitmeyen, sonsuz bekleyişe gebe yollar...

27 Temmuz 2012 Cuma

Yeter ki gel...


Hayalinle yetmiyorsun bana,
Rüzgarınla gel.
Yağmurunla, taşınla, toprağınla,
Ansızın gelen soğuğunla, kışınla,
Gel bir nisan günü.
Söken şafaklar gibi
Sabahın kör karasında,
Sensizlik sahrasında,
Ayak izlerini dökerek gel

İster sabah yeliyle, ister akşam güneşiyle,
Yeter ki gel…

1 Nisan 2012 Pazar

Aylar sonra yeniden Ankara' dayım. Ve ilginçtir, bu kez bir an önce gitme isteği yok içimde. Özledim mi ne?

Bir şehri özlemek... her şeye rağmen... sokaklarında akıttığın her damla gözyaşına rağmen... en büyük hayal kırıklıklarını paylaştığın atmosferine rağmen... daha çok sevdiğin bir şehre kavuşmana rağmen... o şehri özlemek...

Şehir mi özlediğim, içindekiler mi? Uzun zamandır düşünüp içinden bir türlü çıkamadığım bir soru. Sanırım cevap biraz politik: Hem şehrin kendisi, hem de içindekiler.. ya da ne şehrin kendisi ne de içindekiler... arkada bırakılan zaman belki de... zamanın "geçmiş" olması ya da... ya da ulaşılmaz olması...

Sebebi her ne olursa olsun, özlem baki. Özlediklerimi hatırladığım şehir Ankara. Ondan almadıklarımı benden alan şehir. Belki de onları kaybettiğim zamanı benimle paylaşan şehir.

Ankara... Yüreğimi burkan anılarımı sakladığım şehir. Benim gizli hazinem, kendimi unuttuğum ve kendimi bulduğum şehir.

Ankara... her şeye rağmen sevdiğim şehir...